Sabah bir komşumuz gelip "lütfen yanına kullanılmamış bir makara al ve benimle muğdat türbesine gel" dedi enerjimin uyduğu bir bayan olduğu için kabul ettim yolda bana "bu şekil dilekte bulunan iki arkadaşımın da dileği 10 gün içinde oldu" dedi genelde iş için yapıldığında çok daha süratle kabul oluyormuş

1 adet kullanılmamış makara (dikişi ipi-genelde siyah kullanıyor siyah tez haber demekmiş))
alıyor gönlünüzün istediği bir türbeye gidiyorsunuz orada içinizden gelen duaları okurken makarayı çözmeye başlıyorsunuz hepsini çözdükten sonra dileğinizi söylüyor ve çözdüğünüz ipi bir taşa dolayıp denize atıyorsunuz (ip hafif olduğu için taşa sarılıyor) sonra da bir sadaka çıkarıyorsunuz

eve geldiğimde nette araştırma yaptım ama sadece aşağıdaki yazıyı buldum ister batıl inanç deyin ister başka bir şey paylaşmak istedim sevgiler....

Aya Yorgi, makaram, papatya taçım ve 23 Nisan
23 Nisan'ın tatil olması münasebetiyle Ağva'ya gitmek için plan yapılmıştı sevgiliyle çok önceden... Ama Ağva planı, Bayan Hüzünlü'nün son anda yaptığı Büyükada'da Aya Yorgi Kilisesi'ne gitme teklifiyle değişti. Ne de olsa sevgililik hali fani, dostluktu baki...Gece yarısı sms'leri düştü Hüzünlü'nün... "Varsa makara ipi al yanına"... Makara bana, hiç anlamadığım, anlamadığım yetmiyormuş gibi haz da almadığım dikiş-nakış işlerini hatırlattı. Eyvahh diye geçirdim içimden, bizimki depresyonda (benim arkadaşım depresyonlarını dikiş-nakış-örgü gibi anti-depresif yöntemlerle atlatır genelde... işi çanta, şapka örecek noktalara kadar götürüyor) Neyse benim eyvahımın altında bizimkinin adada gezmek yerine ağaçların altına oturup, dikiş falan dikmeyi planladığını düşünmek yatıyordu. Bu da ada dönüşü benim depresyona girmem anlamına geliyordu. Tanrı'nın sopası bu olsa diye geçirirken aklımdan, sen tut günler öncesinden yapılan Ağva planını iptal et, al sana dikiş-nakışlı birgün
Hemen mesaj döşedim, "Ne yapacağız ipi?"
Gelen yanıt ürkütücüydü: "Sen al, görürsün?"
Dayanamadım aradım ve makaranın sırrını öğrendim.... Anamın dikiş kutusundan rengarenk makaralar içinden bir mor bir de pembe makarayı atıverdim gecenin yarısında çantama... Mor benimdi, pempe Hüzünlü'nün....
Kadıköy'den 09.20 vapuru için sözleşmiştik ama uyuma isteğim 23 Nisan sabahı ağır basıyordu. Bir umutla Hüzünlü'yü aradım, telefonu uzun uzun çalınca umudum büyüdü "Yaşasın bizimki uykuda kaldı" diye... Bir sonraki hatta daha sonraki vapurla gideriz
Ama Hüzünlü telefonunu açtı, Kadıköy vapurundaydı, on beş dakika sonra da Kadıköy'de... Gözlerim fal taşı gibi açıldı, on dakika içinde otobüs durağındaydım...
Vapur saatinden çok önce Kadıköy'deydik... Vapur Büyükada'ya doğru yol alırken gezimizi planladık. Hüzünlü makarayı sordu, ben de dileğini.. Ne dileseydim Aya Yorgi'ye çıkarken, Hüzünlü'nün dileği hazırdı ama benim hala bir dileğim yoktu
Hüzünlü ısrarla "en çok ne istiyorsun?" diye soruyordu. Öyle çok istediğim bir şey yoktu, hele de Tanrı'yı meşgul edecek kadar birşey bulamıyordum.
-"O zaman ne olsa seni mutlu eder?" dedi Hüzünlü...
Ne olsa beni mutlu eder?
Birden buluverdim, beni mutlu edecek şeyi...
Adaya vardık, önce kahvaltımızı yaptık, İstanbul'a karşı çayımızı içtik... Bol kahkahalı sohbetin ardından Aya Yorgi'ye tırmanan binlerce insanın arasına biz de karıştık. Kiliseye doğru yol alırken ritüeller hakkında bilgi de alıyorduk. Örneğin, makara açmaya başlanan yol boyunca hiç konuşulmayacakmış... Benim tabirimle "Suskunluk Yolu"na girince dileğimizi dileyip, makaralarımızı çözmeye başlayacaktık. Bu arada yanımızda akın akın Aya Yorgi'ye tırmanan insanların ellerini inceliyordum, bizden başka makara taşıyan var mı diye.
Kimsede makara yoktu.
-Bak güzelim makara açan kimse yoksa açmam bilesin diyordum.
Benim için bu çok yeni bir şeydi, ilk kez dün Hüzünlü anlatmıştı, Aya Yorgi Kilisesi'ne çıkanların dileklerini makara çözerek dilediklerini.... O da ekibimizin tek dini bütününden öğrenmişti bu bilgiyi.. Bunun üzerine Bayan Dini Bütünü bir güzel mesaj attım, "Canım, ciğerim tırmanmaktan canımız çıktı, makara açan falan yok, biz imansızları makaraya mı aldın yoksa makara açma vahisi sadece sana mı indi"
Dini Bütün aradı, başlangıç noktasına geldiğinizde herkes açar merak etmeyin siz... Daha gelmemişsinizdir "Suskunluk Yolu"na...
Oysa bende takat kalmamıştı, Hüzünlü ise emeklemeye başlamıştı
Ve ufuk gözüktü... Dilek makaraları satanlar etrafımızı sardı... Herkes makara alıyordu. Ohhh be yalnız değildik...
Suskunluk yolu halı dokuma tezgahı gibiydi... Rengarenk ipler yol boyunca uzuyordu. Taşlar gözükmüyordu neredeyse ipten bir yoldu Aya Yorgi'nin yolu...
Mor renkli makaramı açmaya başladım, beni mutlu edecek dileğimi tebessümle içimden dillendiriyordum: "Sosyalist Türkiye, Sosyalist Türkiye, Sosyalist Türkiye....."
Makaranın yarısına gelmiştim ki arkadan gelenler ipime bastı ve incecik makara ipi kopuverdi.
"Off devrim yarım kaldı" diyiverdim...
Kalan makarayı yine de açtım, "Türkiye'de Sosyalist düzenin kurulmasını" dileyerek...
Ne yaparsınız memleketimin insanından umudu kestim artık... Devrim için mucize gerek, mucizeleri ise yapsa yapsa Tanrı yapar
Kilise vardık da girmek mümkün olmadı. Öyle kuyruğa girip saatlerce bekleyecek kadar da Tanrı inancıyla dolu olmadığımızdan, Yücetepe restoranın yolunu tuttuk... Kiliseye girmek için kuyruğa girmedik ama Yücetepe'de yemek siparişi vermek için tam birbuçuk saat bekledik... Kırmızı şarabımızı ve sucuk şişimizi İstanbul'un muhteşem manzarasına karşı yedikten sonra, ada gezisi için yeniden yola koyulduk. İçkinin etkisi ya da yokuş aşağı inmenin hızıyla çıkması iki saatimizi alan yol çabucak bitiverdi. Aya Yorgi’ye çıkarken, papatyadan taçlar satılıyordu, dönüşü yolunda alacaktık ama kalmamıştı. Benim içime oturdu, papatyadan taç alamamak… Papatya taç takan kimi görsem Hüzünlü’ye gösteriyordum. Benim boynu bükük halim Hüzünlü’ye çok dokundu ki,
-Hadi papatya toplayalım, ben sana o taçlardan daha güzelini iki dakikada yaparım dedi.
Piknik alanına girdik, ben pek isteksizce papatya topluyordum, daha doğrusu papatya toplar gibi yapıyordu. Hüzünlü bir demet toplamıştı, bende ise iki üç tanecik papatya vardı…
Bir ağaç altına oturduk, gerçekten de Hüzünlü papatyadan taç ördü, ama papatyalar az geldi, bu kez gönüllü olarak toplamaya başladım bütün gayretkeşliğimle, inanmıştım Hüzünlü’nün taç konusunda uzman olduğuna… Papatya tacımla sokak sokak ayaklarımızın bizi taşıyamacağına kanaat getirene kadar adayı dolaştık...
Son derece şen Kadıköy vapuruyla geri döndük... Şarkı söyleyenler, darbuka çalanlar, iskambil oynayanlar... Bugünü kadar yaptığım vapur yolculuklarının en şeniydi.

Vapur, Haydarpaşa'ya yaklaşınca aklıma geldin Sen... Bugün 23 Nisan'dı. Hiç unutamayacağımı düşündüğüm bir anlamı vardı 23 Nisan'ın ve Haydarpaşa'ya yanaşmasaydı vapur, hatırlamaycaktım bunu... Biliyor musun benden gittikten sonra en çok canım 23 Nisan'lar yandı. Hüzünlü'ye döndüm, "Biliyor musun, bitmeseydi, sekiz yılı devirecektik bugün"
Ve Haydarpaşa'yı görmeseydim hatırlamaycaktım bunu... İstanbul'da seni hatırlatan mekanlar tek tek yok oluyor... Halay Cafe de kapanmış, Asrın olmuş... Birkaç gün önce fark ettim bunu da... Bir tek Haydarpaşa kaldı sanırım, seni bana beni sana getiren trenlerin ilk ya da son durağı...
Nerdesin, kiminlesin, mutlu musun, sen de merak ediyor musun beni?Yanıtsız kalacak sorularım, olsun... Artık daha yalın düşünüyorum, daha az yargılıyorum, kalemi ikimiz için de kırmıyorum, unutuyorum ve kabulleniyorum. Bitiyormuş her şey, acım bile bitti bak... Keşke bitmese bazı şeyler, ama bitiyor işte her şey...
Papatyadan tacımı kurumaya bıraktım, simitleri martılara attım, seni düşünmeyi bıraktım, Aya Yorgi'den Sosyalizm diledim, hüzünümü gülüşlere verdim ve ben aslında